Kayıtlar

  Bin Muhteşem Güneş Az önce bitirdiğim kitap. Yüreğim ağzımda okuduğum hem bir an önce bitirmek hem de hiç okumamış olmayı istediğim bir kitap oldu. Kitap büyükler için hazırlnamış bir masal gibi. Mutlu sonla bitiyor ama sona gelene kadar türlü türlü talihsizlikler yaşanıyor.  Raşit... Hepimizin özellikle kadınların çok yakından tanıdığı bir karakter. Söylediğiyle yaptıkları birbirini tutmayan, zayıflığının, cehaletinin farkında olup özgüveni olmayan ama bu halinden de çokça hoşnut ve övünen. Şu zamanlarda kafamızı dışarıya çıkardığımızda mutlaka etrafımızda olan biri. Kadının gelişmesini istemeyen, köle niyetine yanında tutan, ezip hor gören.. Tarık ise bambaşka bir karakter. Kibar. Ama bu kibarlık bir lütuf gibi göstermiyor kendini. İnsanlığa yakışır bir kibarlık. Cesur. Savaşmayı bilen. Leyla'yı bırakıp gitmesini hiç yadırgamadım. Gitmeseydi her şey çok daha farklı olabilirdi ama gitmesi gerekiyordu. Savaşabileceği bir konu değildi. Tarık benim için en cesur karakter. Sevgi ve
Gelecekte kendimi göremiyorum.  Problemim bu.  Kendimi göremiyorum.  Bu ne demek biliyor musunuz? 'Umudum yok' anlamı çıkmasın. Çünkü ben o umudu inatla yok ediyorum. Memnun değilim. Elimde olan hiçbir şey benimmiş gibi gelmiyor. Elimde olmayan her şey canımı yakıyor.  Arada bir yazdığım günlüğümün ilk sayfasına yıllar önce intihar eylemini sadece cesur insanların yapabileceğini ve mutsuz olup bunu yine de yapamayan insanın sadece korkak ve güçsüz olduğuna dair bir şeyler yazmışım. Zaman içinde bu düşüncem daha da güçlendi. Bunda en büyük katkı entelektüel tarafım gelişsin diye okuduğum Söylevler (Epiktetos) etkili oldu. Tam ne yazdığını hatırlayamıyorum ama şöyle diyebilirim ki eğer yaşamınızdan umutsuz veya şikateçi iseniz ve bu konuda sürekli Tanrı'ya sitem halindeyseniz tek onurlu davranışın bu mutsuzluğunuzu ve siteminizi bitirecek olan ölüm olduğunu anlatıyordu. Hem kendi acınıza son verecektiniz hem de Tanrı'nın verdiklerine sitem etmeyi bırakacaktınız. Sonuçta o
Resim
  DORİAN GRAY'İN PORTRESİ                      BİR BAŞKA FAUST HİKAYESİ*       Sabah 4'te başladığım muazzam film. Oscar Wilde'ın aynı adlı eserinden uyarlanmış. Kitabı okumadım ama filmin kitabın ruhunu öldürmediğini söyleyebilirim. Aynı kitap farklı dönemlerde de izleyicinin karşısına çıkmış. Ben 2009 yılına ait olanı izledim. Yönetmen koltuğunda Oliver Parker oturuyor. Narnia Günlükleri : Prens Caspian'da Prensi Caspian'ı canlandıran Benjamin (Ben) Barnes, baş karakterimiz Dorian'a hayat veriyor. Hikayeye göz atarsak zevkler için ruhunu şeytana satan bir adamı yansıtıyor. Bu adam Dorian. Kendisine başından beri zevkleri aşılayan Lord Henry Watton, ilerleyen zamanda kızını korumak için gerçekte Dorian'a ne olduğunu öğrenmeye çalışır. 'Seni temin ederim ki zevk, mutluluktan farklıdır.'  diyen Dorian ise artık üzerine yapışan kimliği atmak ister.      Konu klasik olabilecek nitelikte. Bundan yüzyıllar sonra da gerek film, gerekse
Resim
                                         GÜNDELİK HAYATA MOLA                    Merhaba. Bugün güzel bir filmden bahsedeceğim.      Ben hayatımızın yapaylık üzerine kurulduğu kanısındayım. İnsan elinin getirdiği bir yapaylık. Büyük apartmanlar, hazır yiyecekler, yüzme havuzları, teknolojik aletler, sosyal medyalar...    Bu yapaylığın dışına çıkmak istediğimde -bunu şuan az biraz başarabiliyorum (; - ağır filmler izlemeyi keşfettim. İçinde savaşın olmadığı, dönemin siyasi olaylarına değinmeyen, cinayetin de olmadığı, seksin olmadığı,  herhangi bir yasaklama almayan... Yani toplumda herhangi bir şekilde dikkati üzerine toplayabilecek bir konu üzerinde değil de aslında gündelik hayatta pek rastlayamadığımız, unutulmaya yüz tutmuş bir şey üzerinde durmuş.  Safi sevgi....                                BARAN            Baran, Türkçede yağmur demek. Baran, Yağmur, Rahmet...Hiç konuşmayan kızın  adı. Yönetmen bir röportajında, Baran’ın konuşmamasıyla ilgili sorulan b
Resim
            KİMYA HATUN - SAİD KUDS                   Kitabı birkaç günde okudum. Ama bu birkaç gün çok uzun sürdü diyebilirim. Unutmadan eklemek gerekir ki kitabın arka kapağında '..gerçek hikayedir. 'diyor ama bu bir roman ve kurgu.      Kitabı beğenmedim. Ama okuduğum için bir şey kaybetmedim. En azından bir fikrim oluştu.      İlk 140-150 sayfada Mevlana hakkında hiçbir bilgi yok. Öncelikle bunu belirtiyim. Kimya Hatun'un çocukluğu anlatılıyor. Daha sonra Mevla'nın hayatına girişi başlıyor.                                                                  Çok farklı bir Mevlana ve Şems var. Doğruluk payı hakkında objektif olarak bir yorum yapmam gerekirse, prim yapıldığı kanısındayım. Kitap sıcaklığıyla içine alan bir yapıda değildi benim için. Tasvirler benim için sıkıcı olmaz normalde ama bu kitapta boğulduğumu söyleyebilirim. Ayrıca anlatıcı bakış açısı tam oturmamış. Bir an gözlemci bakış açısı bir an kahraman bakış açısı... Bund
Resim
        Agota Kristof - "Büyük Defter, Kanıt, Üçüncü Yalan" Okul kütüphanesinde raflar arasında gezinirken Kanıt'a rastlamıştım. Böyle bir yazardan ve eserden haberim yoktu.Bu eseri ve bir de Hamsun'ın Açlık eserini almıştım ikisi de birbirine dil olarak benziyor aslında. Oldukça akıcı, sade ve keskin. Kanıt' ı okurken çok etkileniyorum ve internet üzerinde küçük bir araştırma yapınca aslında ikinci kitap olduğunu anlıyorum. Yine de duramayıp kitabı bitiriyorum. 2011'de Yapı Kredi Yayınları üçünü aynı kitapta toplayarak tekrar basmış. Merkezdeki kütütphanede buluyorum ve iki günde kitap bitiyor ama etkisi devam ediyor. Agota Kristof'tan savaş, yıkım, göçmenlik, kimlik, insanlık ve yazmak üzerine tüyler ürpertici bir üçleme...  Zamanın ve adın olmadığı bir coğrafyada, savaşın, felaketin, yoksulluğun ortasında anneannelerine emanet edilmiş küçük ikizler, bir yandan hayatı anlamaya çalışırken bir yandan da ne pahasına olursa olsun hay